Felsefi Düşün Sayı: 15 – Müzik ve Felsefe / Ekim 2020

Sayı Editörü: Uğur EKREN (İstanbul Üniversitesi)

Makalelerin özetleri ve anahtar kelimeleri için lütfen ilgili makalenin ismi üzerine tıklayınız.

MAKALELER

Öz

Müzik tarihinde, özellikle 20. yüzyılın başlarından itibaren çok yoğun ve farklı gelişmeler yaşanmıştır. Toplumsal yaşamda, modernizmle birlikte gelişen teknolojinin de etkisiyle yaşanan değişim, hayatın bütün alanlarında olduğu gibi sanatı dolayısıyla müziği de etkilemiş ve halihazırda varolanın sorgulanmasını, farklılık ve yenilik arayışlarını beraberinde getirmiştir. Ortaya çıkan bu yeni algı ve anlayış, bestecileri, geleneksel besteleme yöntemleri ve mevcut malzemeyi kullanmak ile yetinmek yerine, yeni besteleme yöntemleri ve malzeme arayışlarına itmiştir. Bu gelişme, hem eserleri, hem de eserlerin icrasını-seslendirilmesini değiştirmiştir. John Cage (1912-1992), söz konusu duruma verilebilecek en uygun örneklerden biridir. Rastlamsal (Random) müziğin en önemli temsilcisi olarak yaşamı boyunca çok farklı uygulamalarla etkili olmuş ve olmaya devam eden bir sanatçı, düşünür, müzisyen, besteci, eğitimci ve yazardır. New York Okulu’nun bir üyesi olan Cage, kimilerine göre avangard, kimilerine göre modernist, kimilerine göre ise postmodernisttir. Bu araştırmada, John Cage’in kim olduğu, kimliği ile birlikte çalışmaları ve eserleriyle müziğe olan etkisi ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: John Cage, avangard, modernist, postmodernizm, rastlamsallık, rastlamsal müzik.

Öz

Friedrich Nietzsche’nin Tragedyanın Doğuşu metninde Euripides sonrası sanata (ve aynı zamanda 19. yüzyıl Alman müziğine) yönelttiği eleştiri yorumlanırken genellikle Sokrates kaynaklı akılcılık sorununun altı çizilir. Buna göre, Apolloncu ve Dionysosçu itkilerin tragedyada ulaştığı istisnai denge hali Sokratesçi akılcılığın olumsuz etkisiyle bozulmuş, böylelikle sanatsal yaratıcılık doğadaki kaynaklarından mahrum kalmıştır. Ben bu makalede, bu eleştirel çerçevede sıklıkla ihmal edilen bir ikinci eleştiri hattına, sanatta duyguların çarpık kullanımına yönelik Nietzscheci itiraza odaklanacağım. Piyanist Glenn Gould’un konuyla ilgili bir alıntısından (ve onun müzikal tavrından) hareketle sanatçının kişisel duygularla ilişkisi sorunsalını ortaya koyacak, Nietzsche’nin metnindeki konumu bu sorunsal etrafında çözümleyeceğim. Bu bağlamda makaledeki yönlendirici kavramsal ayrım, Nietzsche’nin Romantik müzikle Dionysosçu müzik arasında önerdiği (ancak geliştirmediği) bir ayrım olacak. Bu ayrıma yönelik çözümlemenin merkezinde ise, Nietzsche’nin (müzik ağırlıklı bir tür olan) lirik şiir hakkındaki görüşleri ve bu bağlamda dile getirdiği, gerçek sanatın ancak bireysel deneyim alanının ötesinde ortaya çıktığı ön kabulü yer alacak. Bu lirik şiir tartışmasından hareketle, Nietzsche’nin 19. yüzyıl müziği eleştirisine ve genel anlamda sanatçının duygularla kurduğu ilişkinin nasıl olması gerektiğine dair konumuna değineceğim.

Anahtar Kelimeler: Friedrich Nietzsche, Glenn Gould, Tragedyanın Doğuşu, Romantizm, lirik şiir, duygular, Dionysos, Apollon, itkiler.

Öz

Jacques Derrida Gramatoloji Üzerine adlı eserinde kapsamlı bir Jean-Jacques Rousseau okumasına girişmektedir. Bu makalede sözkonusu karşılaşmayı Rousseau’nun müzik teorisi ile ilişkisi bakımından ele almayı deniyoruz. Rousseau’da öznenin duyguda kendine mevcudiyetinin ayrıcalıklı figürü olarak kökensel ‘şarkı’ (chant) bir model değeri taşır. Rousseau’ya göre müzik ve dil arasında güçlü bir bağ vardır. Dilden önce müzik yoktur. Filozof sözün ve şarkının kökensel birliğini varsayar. Dillerin müziğe uygunluğu ise tutkusal kökene yakınlıklarıyla ölçülür. Derrida Rousseau’nun müzik teorisini ‘ilave’ (supplément) kavramsısı ekseninde ele almakta ve Rousseau’ya göre müziğin giderek soysuzlaşmasına yol açan ilave zincirlerinin hareketine odaklanmaktadır. Müzik ve taklit (mimesis) arasındaki ilişki de bu çerçevede tartışılmaktadır. Öte yandan, müziğin kökeninin doğa ve kültür arasındaki tuhaf konumu da böylece açığa çıkmaktadır. Rousseau’nun söylemek istedikleri ve betimledikleri arasındaki farkın ortaya koyulması bir köken hülyasını ürettiği çelişkilerle birlikte açığa vurur ve Rousseau’nun melodiye armoni karşısında ayrıcalık tanıyan teorisinin zeminini sarsıntıya uğratır. Rousseau saf bir köken düşler. Derrida ise Rousseau’nun bizim bu çerçevede ‘yazı prensibi’ adını vermeyi tercih edeceğimiz ‘ilave’nin zorunluluğunu betimlemekten kaçınamadığını ve kökeni tamlık, kendine mevcudiyet ve saf bir şimdi olarak tarif etmeyi başaramadığını gösterir. Aksine Rousseau’nun metni kökeni sonun başlangıcı olarak betimlemektedir. Üstelik Rousseau’nun betimlediği zorunlulukta Derrida düşüncesinin vazgeçilmez bir kavramsısı da açığa çıkmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Yapısöküm, Derrida, Rousseau, müzik, taklit, ilave, mevcudiyet, doğa, kültür, şarkı, melodi, armoni.

Öz

Varoluş bilmecesinin çözümü söz konusu olduğunda müziği en az metafizik kadar önemli bir faaliyet olarak değerlendiren Arthur Schopenhauer, böylece müzik ile felsefe arasında zannedilenden ve çoğu kişinin kabul edebileceğinden çok daha yakın bir ilişki olduğu iddiasındadır. Bunun sebebi özellikle varoluşun özüne, değerine ve anlamına ilişkin sorunun bizzat bu iki etkinliğin ortak şekilde kullanılmasını talep etmesidir. Böylece aslında felsefi yöntemden tümüyle farklı bir şekilde icra edilse de ve hatta özünde kavramsal bilmeye tamamen yabancı olsa da müzik Schopenhauer’da bir tür metafizik yapma tarzı olarak kendisini ortaya koyar. Ancak felsefe ve müzik arasındaki birlikteliği sunabilmek için filozof, müziğin hem ontolojik hem de epistemolojik açıdan felsefenin düzeyinde bir icra gerçekleştirdiğini göstermek zorundadır. Bunun için Schopenhauer müziğin evrensel, ideal, özsel ve ezeli-ebedi olan bir bilme tarzına karşılık geldiğini kanıtlamaya çalışır. Bu araştırmanın sonucunda, müzik tarafından sağlanan bilginin felsefi bilgiden aşağı kalmadığı gibi, müziğin, varoluşun kendisine yönelik insanın alabileceği en değerli tavırlardan birisini temsil ettiği açığa çıkar.

Anahtar Kelimeler: Müzik, felsefe, isteme, bilgi, varoluşun değeri.

Öz

Varoluşsal kökenlerimize dair en özel açıklamaları sağlayabilecek, varlığımızın içine bakmamızı ve zamanı mekanı aşmamızı sağlayabilecek sanatın en özel dallarından biri olan müzik, aynı sanat gibi, İlkçağlardan modern zamanlara kimi zaman taklit, kimi zaman beceri, kimi zaman yaratıcılık, kimi zaman akıl ve duyusallığın bir birleşimi, kimi zaman saf duygusallık ve doğallık olarak adlandırıldı. Kimi filozoflarca bir tür dalgalanma ve şizofreni hali olarak bile tanımlandı (Gilles Deleuze). Kökensel kaynağını ilham perilerinden alan, içinde uyumlu ile uyumsuzu bir harmoniye dahil eden müzik, soyut sanat ve soyutlama ile, resim ile olan yakın ilişkisiyle Wassily Kandinsky gibi soyut sanatçılara ilham kaynağı oldu. Bu çalışma, müziğin kökensel tanımından yola çıkarak, tarihsel süreçte müziğin konumu ve filozofların ona bakış açısının ve soyut sanatta resim ile olan özel ilişkisinin nasıl kurulduğuna dair bir deneme yazma girişimidir. Saygın bir alan olan müzik, İlkçağlardan itibaren Platon, Aristoteles gibi filozoflarca inceleme konusu olmuş, Ortaçağ’da dinsel sistemlere eşlik eden bir eğitim alanı olarak işlenmiş, Aydınlanmanın akıl kutsamasında akıl ve duygu karşıtlığı içinde kökensel olarak ya akla ya duyguya dayandırılmaya çalışılmıştır. Modern zamanlarda, özellikle, soyut sanat ile birlikte, evren ve insan için yaşamın, zihnin, ruhun canlandırıcı bir disiplini olmuştur. Müzik, felsefe ve soyut sanatlar ile ilişkisi içinde sonsuzluğu yakalamamıza olanak tanıyan bir dildir. Bu dili yakalayan evrenle ve kendisiyle bir oluşu ve Arthur Schopenhauer’in dediği gibi evrenin gözü olmayı başarabilir.

Anahtar Kelimeler: Müzik, felsefe, Soyut Sanat, F. Nietzsche, W. Kandinsky.

Öz

Müziğin felsefe tarihinde bir inceleme konusu olarak kendine yer bulması, Çin’de ve Antik Yunan’da neredeyse aynı tarihlerde gerçekleşmiştir. Konfüçyüs’ün dağınık ve analitik olmaktan uzak işleyişine kıyasla, Pythagoras, müziği gözleme dayalı ve ölçülebilir bir görsel yöntemle ele alarak Grek müzik incelemesinin bir disiplin olarak temelini oluşturmuştur. Pythagorasçıları takiben Grek müzik kültüründe ve müzik incelemesi alanında köklü değişimler yaşanmışsa da, müzik felsefenin bir konusu olmaya devam etmiş ve müzik alanında Greklerin oluşturduğu inceleme geleneği modern dönem çoksesli Avrupa müziğinin kuramsal temelini oluşturmuştur. Ancak antik müzik incelemesinde gerek kullanılan yöntemler, gerekse temel araçlar ve ana tartışma konuları değişiklik göstermiştir. Bu çalışmada amaçlanan, Grek müzik analizinde yaşanan bu değişimlerin tarihsel izlek takip edilerek ana hatlarını ortaya çıkarmaktır. Bu bağlamda, öncelikle İlyada ve Odysseia gibi temel mitolojik metinlerde müziğin yeri tartışılacak, ardından Grek müzik incelemesi geleneğin ilk örneklerini sunan Pythagoras, Platon ve Aristoteles’in müziğe dair düşünceleri özetlenecektir. İkinci olarak, armoni bilimi (harmonics) ve müzikal analiz üzerine yapılmış başlıca çalışmalar ele alınarak kuramsal bir disiplin olarak müziğin ilk kez bağımsız bir alan olarak tesis edilmesini sağlayan Aristoxenus, Plutarkhos ve Batlamyus’un eserleri ele alınacaktır. Son bölümde ise Katolik Kilisesinin müzik eğitimini şekillendirmiş olan Boethius’un müzik kuramının ana hatları ve çoksesli müziğin ilk eleştirilerini içeren Musica Enchiriadis ve Scholia Enchiriadis başlıklı iki anonim eser incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Müzikal analiz, armoni, ses aralığı, oran, uyumlu, uyumsuz.

Öz

Platon, pedagojik, etik ve siyasal gayelerle müziğe felsefesinde çok önemli bir rol vermiş bir filozoftur. Bununla birlikte bu rol, genelde liberal bir okumayla baskıcı bir siyasal düzen tarafından müziğin araçsallaştırılması üzerinden değerlendirilmiştir. Platon’un felsefesinde müziğe atfedilen işlevlerin layıkıyla irdelenebilmesi için Antik Yunan müzik anlayışının ne olduğu, nasıl geliştiği ve hangi alanlarla birlikte düşünüldüğü ortaya konulmalıdır. Mousikeyi var eden dinsel, kültürel ve siyasal bağlam belirginleştirildiğinde, bu bağlam içinde Platon’un argümanları daha net biçimde anlaşılabilecektir. Bu bakımdan öncelikle Platon’un insanı ritimden ve uyumdan keyif alıp hareketlerine düzen verebilmesiyle hayvanlardan ayırması önemlidir. İnsan, müzikal bir hayvandır. Müzik, doğrudan onun ruhuna erişebildiği için karakterin biçimlendirilmesinde de önemli olduğu düşünülmüştür. İnsanın iyi bir ahlakla ve yetkin bir yurttaş olarak yetiştirilebilmesi için müzik eğitiminin ayrıntılı biçimde düzenlenmesi gerektiğine inanılmıştır. Özellikle MÖ 5. yüzyılda demokrasiyle birlikte gelişen Yeni Müzik akımının ezgi, ritim ve makamlarda getirdiği yeniliklerin demokrasinin yozlaşmasıyla ilişkili düşünülmesi, Platon’un müzik konusunda sert tedbirlerin alınmasını savunmasında özellikle etkili olduğu söylenebilir. Bununla birlikte tüm yurttaşların müşterek biçimde ve aktif katılımla müzik icra etmesi de Platonik bir ideal olarak karşımıza çıkmaktadır. Yurttaşların birlikte eşgüdüm içinde hareketleri, müzik ile kurulabilmektedir.

Anahtar kelimeler: Mousike, Etik Müzik Kuramı, Yeni Müzik Akımı, Harmonia, demokrasi, teatrokrasi.

Öz

Bu makale, Aydınlanma döneminin büyük filozofu ve felsefe tarihinde yeni bir çağı başlatan Immanuel Kant ve onun çağdaşı olan büyük besteci, müzik tarihinde yeni bir çağı başlatan Ludwig van Beethoven’i, Aydınlanma döneminin ahlâk felsefesi başlığı altında bir buluşturma çalışmasıdır. Çalışmanin ilk kısmı, Platon’dan Kant’a kadar felsefe tarihi boyunca belli başlı filozoflar tarafından ortaya çıkarılmış metafizik felsefe sistemleri genel hatlarıyla incelenmiştir. Bundan sonra, Kant’ın metafiziği önceki tüm filozoflardan farklı kurgulaması ve bu sayede gerçekleştirdiği felsefi devrim açıklanmaya çalışılmıştır. Kant’ın metafizik sisteminde merkezî konumda bulunan ahlâk felsefesi ise bu çalışmanın başlıca temasını oluşturmuştur. Kant’ın ortaya koyduğu ahlâki yaşam biçimi ve dünya görüşünün Beethoven’in müziğinde etkisini nasıl gösterdiği incelenmiştir. Bu etkilenmenin en dikkat çekici örneklerinden biri olarak, Beethoven’in ünlü 9. Senfoni’sinin müzikal içeriğinin nasıl belirlendiğine bu çalışmanın son kısmında değinilmiştir. Bu eser, Kant’ın felsefede açtığı çığıra denk olacak şekilde, müzik tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Ayrıca, 2020 yılının, Beethoven’in 250. doğum yıldönümüne denk gelmesi, bu çalışmama ilham kaynağı oldu.

Anahtar Kelimeler: Metafizik, ide, akıl, ahlâk, özgürlük, müzik, senfoni.

Öz

Müziğin içsel yapısını gözeterek gerçekleştirilebilecek bir değerlendirmenin olanakları on dokuzuncu yüzyıl müzik eleştirmenlerinden Eduard Hanslick’in müziksel biçimciliğiyle ortaya çıkmıştır. Müziğe dışsal hiçbir öğeyi soruşturmasına dahil etmeyen biçimci görüş, müziği ne tarihsel koşullara ne de duygulara işaret etmeksizin değerlendirmektedir. Buna karşın müziksel biçimcilik, anlamı ve dünyayla kurulan bağı dışarıda bıraktığı gerekçesiyle eleştirilmiş ve bu eleştiriler ışığında çeşitli değişiklikler geçirmiştir. Pekiştirilmiş biçimcilik olarak adlandırılan, duyguların dahil edildiği müziksel biçimcilik bu değişimin ürünüdür. Bu biçimci müzik görüşünü yirminci yüzyıl filozoflarından Susanne K. Langer’ın felsefesinde ele alındığı şekliyle değerlendirmek, çalışmamızın temel amacını oluşturmaktadır. Langer’ın biçimci müzik görüşü, duyguları müziğe dışsal değil, içsel ve kurucu öğeler olarak değerlendirir. Bu değerlendirme, duyguların biçimleri ve müziksel biçimler arasındaki benzerlik ileri sürülerek yapılır. Ne var ki bu ileri sürüm, belirsizlikler taşımaktadır. İlkin duyguların kendisi belirsizdir; dolayısıyla onların biçimlerinden söz etmek oldukça güçtür. Bu güçlüğü farklı bir biçim belirlenimiyle aşmayı deneyen Langer’ın müziksel biçimciliği de bu temelde kurulmuştur. Çalışmamızda biçim, sembol, organik biçim, sanat sembolü kavramları çerçevesinde, Langer’ın biçimciliğinin nasıl oluşturulduğunu açık kılmaya çalışacağız. Buna koşut olarak, filozofun değerlendirme biçimindeki açmazları serimleyebilmek çalışmanın bir diğer amacını oluşturmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Müzik, biçim, müziksel biçimcilik, sembol, duygu.

Öz

Bu çalışmanın odağındaki iddia, Theodor W. Adorno’nun tüm felsefi çabasının yeni bir dinleme biçimi geliştirme teşebbüsü olarak okunabileceğini ileri sürer. Bu yeni dinleme biçimi, modelini, Arnold Schoenberg’in “disonansın özgürleşimi” ilkesine dayanan “Yeni Müzik”ten alır. Yeni Müzik, dinleyicisini bir şok etkisiyle yüzleştirerek çözülmeyen, uzlaştırılmayan, uysallaştırılmayan toplumsal çelişkileri duyulur kılar ve bunların üzerini örtmek için her an seferber olan rahatlatıcı ve regresif dinleme biçimlerini sürekli kesintiye uğratır. Adorno’nun müzik yazılarında detaylandırdığı bu yeni duyma ve dinleme biçiminin, yalnızca müzikle sınırlı kalmadığını, bunu felsefi düşüncesinin temeline yerleştirdiğini Negatif Diyalektik adlı eserinde görmek mümkündür. Kavram dışı olan şeyin yok sayıldığı, eritildiği, saf dışı bırakıldığı ve hatta katledildiği özdeşlik düşüncesi belirli bir felsefe yapma biçimine işaret eder; çelişkilerin uzlaştırıldığı bir diyalektiktir bu. Adorno’nun “negatif diyalektik” olarak adlandırdığı ise, esasen, kavram dışı olanın kavramın en önemli meselesi haline gelmesi itibarıyla “yeni” bir felsefe yapma biçimidir. Burada “yeni” olan, felsefenin yeni bir dinleme stratejisi benimsemesidir. Bu dinleme biçimi bizi özdeşliğin vaat ettiği uzlaşmaya karşı eleştirel bir mesafede tutacak olan şeydir; dolayısıyla bu dinleme biçimi sayesinde kulağımız bütünlük ve nesnellik içinde sakatlanan, kavram dışı diye yaftalanıp sessizliğe gömülen, dilsizleştirilen tekilliğin ıstırabını ve acı çığlıklarını duymaya yatkınlaşacaktır.

Anahtar Kelimeler: Theodor W. Adorno, negatif diyalektik, disonans, müzik, özdeşlik düşüncesi.

Öz

Bu makaleyle, Pythagoras felsefesinin bir yanıyla müzik bilimine, bir yanıyla matematiğe, bir yanıyla mistisizm ve kozmogoniye, bir diğer yandan da kozmolojiye açılan ezoterik öğretisinin felsefî bakış açısından önemli görülen yanlarını analiz etmek ve Pythagoras öğretisinin ardılları sayılabilecek isimler üzerinden müzik bilimindeki izlerini sürmektir. Bu amaçla ilk olarak Pythagoras felsefesi ve okulu hakkında genel bir bilgi verilecek, akabinde Pythagoras’ın müzik kuramının, matematiksel temellerine değinilecektir. Pythagoras felsefesinin müzik – matematik ilişkisini nasıl kurduğu açıklanırken Pythagoras’ın “monokord” adı verilen bir alet üzerinde yaptığı ses deneylerinden söz edilecek ve bu deneyler sonucunda elde ettiği keşifler açıklanacaktır. Bu buluşların başında şüphesiz ki “Pisagor gamı” ile “Pisagor koması” adı verilen iki önemli müzikal keşif gelmektedir. Pythagoras’ın sayısal oranlardan hareketle saptadığı ses aralıkları ile harmonik oktavlara, akustik ses yakınlıklarıyla ilgisine, pentatonik, diyatonik ve kromatik ses dizileriyle ilişkisine ve tetrad-tetraktis sayılarıyla ilgili görüşlerine değinilerek Pythagoras felsefesinde müzik – matematik ilişkisi ortaya konulduktan sonra, Pythagoras felsefesinin, Kepler’in Harmonices Mundi eseri üzerindeki tesirine değinilecektir. Pythagoras’ın Kepler üzerindeki etkisi, Kepler’in “gökkürelerinin müziği” düşüncesi üzerinden Hindemith, Ligeti, Holzt, Blanchet ve Stockhausen gibi müzisyenlere ulaşarak onların, gezegenlerin veya yıldızların çıkardıkları seslerden esinlenen besteler yapmalarına neden olmuştur. Böylece Pythagoras felsefesi, Kepler üzerinden yeni bir “kozmik müzik” algısı doğurmuştur. Öte yandan Pisagorcu tınıları, Bach, Rebel, Monteverdi, Schönberg, Webern ve Herschel gibi müzisyenlerin bestelerinde de görebilmekteyiz. Dolayısıyla bu makaleyle Pythagoras felsefesindeki müzik-matematik ilişkisi açıklanırken Pisagorcu felsefenin müzik bilimi ve kozmoloji üzerindeki tesirine de değinilecektir.

Anahtar Kelimeler: Pythagoras, müzik, matematik, felsefe, kozmoloji, Harmonices Mundi.

Öz

Bu çalışmada Benedetto Croce’nin Estetica adlı yapıtı merkeze alınarak, öncelikle tin felsefesi dizgesinin temel kategorilerinin bu yapıtta kurulduğu gösterilmiş ve buna bağlı olarak da sanat sorununa felsefenin bütünü açısından ilk defa kurucu bir rol verildiği vurgulanmıştır. Bu açıdan Croce’nin üç yapıttan müteşekkil olan tin felsefesi dizgesinin estetik ile başlaması dikkate değer bir ayrıntı olarak öne çıkmaktadır. İkinci aşamada tin felsefesinin temel kategorileri, epistemik nitelikleri ve aralarındaki dairesel ilişki incelenmiş, devamında ifadesel etkinliğin doğasını konu edinen felsefi bir bilim olarak estetiğin sanatsal etkinliği nasıl çözümlediği, Croce’nin ortaya koyduğu özdeşlik dizileriyle bağlantılı olarak gösterilmiştir. Croce estetiğini zaman içinde gelen eleştirilere göre geliştirmeye devam etse de sezginin ifade olduğu temel önermesi değişmeden kaldığı için sezgi-ifade özdeşliği bu estetiğin temel karakteristiğini belirleyen unsur olarak kabul edilmiş ve çalışmanın ağırlık noktası bu özdeşliğin ve onunla ilgili sorunların incelenmesiyle oluşturulmuştur. Son olarak, Croce’nin estetiğinin temel savları, taşıdığı güçlü ve zayıf yanlarıyla birlikte müzik sanatına uygulanabilirliği açısından eleştirel olarak değerlendirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Platon, gürültü, ses, söz, müzik, mitos, logos, politika, eğitim.

Öz

Bu makale, çağdaş filozoflarca ele alınan müzik ve politika ilişkisinin kökenlerini incelemeyi hedeflemektedir. Bu doğrultuda, öncelikle Aristoteles’te gürültü, ses, söz ve müzik ayrımına değinilecek ve müziğin ses üzerine inşa edilmesinin bir zorunluluk olmadığı gösterilmeye çalışılacaktır. Aristoteles’in yaptığı bu ayrımı göz önünde bulundurmak makalenin temel tartışması olan Platon’un sözü diğer işitilenler karşısında egemen kılma girişimini açık kılabilmek açısından önemlidir. Platon’a göre müzik sunduğu kimi olumlu etkilerden dolayı Platoncu devletin temelini oluşturan eğitimin başat unsuru olmalıdır. Ne var ki, Platon aynı zamanda müziğin kendisine içkin olumsuz etkilerinin sınırlandırılması ve insanları saptırmaması için logos tarafından denetlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Platon’un müziği neden denetlemek istediği ve nasıl denetlediği Devlet ve Yasalar adlı metinleri üzerinden derinlemesine ele alınacaktır. Sonrasındaysa Theodor W. Adorno ve John Cage’in Platoncu müzik kavrayışına alternatif olabilecek kimi görüşleri değerlendirilecek ve ses-temelli (söze-boyun-eğdirilmiş-ses temelli) müzik yerine gürültü-temelli müziğin yeni bir müzik kavrayışı olarak olanaklılığı tartışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Platon, gürültü, ses, söz, müzik, mitos, logos, politika, eğitim.

Öz

Varoluşçuluğun müzikle özel bir bağı olduğu bilinir. Jean-Paul Sartre da özellikle caz müzikle otantik bir ilişki kurmuştur. Müzik hakkında çok fazla yazmamış olmasına rağmen dostu René Leibowitz’in Sanatçı ve Bilinci: Sanatsal Bilincin Diyalektiğinin Anahatları, adlı kitabına yazdığı önsöz, İmgelem, İmgesel; İmgelemin Fenomenolojik Psikolojisi, Edebiyat Nedir? ve Bulantı adlı romanı bize onun müzikle varoluş arasında kurduğu bağlantı hakkında önemli ipuçları verir. Her ne kadar düzyazının sahip olduğu güce erişemese de müzik, varoluşun olumsallığıyla yüzleşmede bulantıyı kesen bir ilaç görevi görür. Sartre düzyazının müzik karşısındaki avantajının iletilmek istenen anlamın düzyazıda bütünüyle ifade edilirken, müzikte muğlak kalması olduğunu düşünür. Buna rağmen Sartre özellikle caz müzik ile varoluş arasında önemli benzerlikler bulunduğunu da ifade eder. Bu yazı Sartre’ın hem kişisel yaşantısı hem de düşüncelerinin içinde caz müziğin izlerini sürerek müzik ve varoluşun anlamı arasında bir ilişki kurmayı amaçlamakta ve müziğin kurtarıcı bir gücü olduğunu keşfettiği halde Sartre’ın yine de onu neden plastik sanatlar arasına geri koyarak düzyazıyı yücelttiğini ortaya koymaya çalışmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Sartre, Caz Müzik, Roquentin, Bulantı, imge, gerçek, gerçekdışı.

KİTAP İNCELEMESİ