Felsefi Düşün Sayı: 17 – Felsefe ve Bilim / Ekim 2021

Sayı Editörü: Ş. Halil TURAN (ODTÜ)

Makalelerin özetleri ve anahtar kelimeleri için lütfen ilgili makalenin ismi üzerine tıklayınız.

MAKALELER

Öz

Adrien Doerig, Aaron Schurger, Kathryn Hess ve Michael H. Herzog, bilincin nedensel yapı teorilerine güçlü bir eleştiri getirmiştir. Onların serimleme argümanları, fenomenal yapılar ile fiziksel olanlar arasındaki eşbiçimliliğe dayanan nedensel yapı teorilerinin yanlışlığını göstermeyi amaçlamaktadır. Bu makalede, serimleme argümanın aslında eski bir eleştirinin yeni bir şekilde dillendirilmiş hâli olduğunu göstermeye çalışıyorum. Newman itirazının (bilim felsefesi bağlamında) ve sıradanlık probleminin (zihinsel temsil teorilerini hedef alış şekliyle) serimleme argümanını öncelediğini ileri sürüyorum. Konuyla ilgili literatürü inceleyerek, bu iki öncül itirazın, bilimsel yapılar veya temsili yapılara ilişkin açıklamalarında modalitelere ve karşı-olgusallığa başvurarak aslında nasıl geçerliliklerini yitirdiğini gösteriyorum. Son olarak, aynı stratejiyi ben de serimleme argümanı ile uğraşırken kullanıyorum. Böylece (karşı-olgusal koşulluluklar ile bağlantılı olarak tanımlanan) modal yapıların serimleme argümanının üstesinden gelmeye nasıl yardımcı olduğunu göstermeye çalışıyorum.

Anahtar Kelimeler: nedensel yapı, bilinç, modal yapılar, karşı-olgusal koşulluluklar, entegre enformasyon.

Çeviren: Gökhan MURTEZA

‘Yapıların Katlanması ve Modalite Kuralı / Majid BENI’ isimli makalenin İngilizce orijinali.

Öz

Doğa yasalarına ilişkin farklı kuramlar David Hume’un nedensellik ve düzenlilik üzerine görüşlerinin kabulüne ya da reddedilmesine dayanır. Nesnelerin kategorik ya da istidadı özelliklerini merkeze alan iki ana görüşten bahsedebiliriz: Kategorik görüşe göre doğa yasaları, özelliklerin özlerinde temellendirilmeyip aksine kategorik özellikler arasındaki metafiziksel olumsal ilişkiler olarak tanımlanır. Bu ilişkiler, misal, David Lewis’e göre F’nin düzenli olarak G tarafından izlendiği, kısaca R(F,G) biçimdeki, düzenliliktir. David Armstrong için ise yasalar tümeller arasında bulunan olumsal alışılmış zorunluluğun özel bir ikinci-düzey N(F,G) ilişkisidir. Diğer bir hâkim görüş ise yasaların nesnelerin sahip olduğu istidadı özellikler tarafından belirlendiğini ve doğa yasalarının metafiziksel zorunlu olduğunu savunan istidadı özcülük kuramlarıdır. Son yıllarda birbirinden farklı pek çok özcü kuram, gerek doğa yasalarına gerekse de nesnelere ait özelliklere ilişkin farklı açıklamalar getirmektedir. Bu yazımızda amacımız, istidadı özcü düşünürlerden Brian Ellis’in istidadı özelliklere yüklediği anlamdan hareketle tesis ettiği bilimsel özcülük anlayışını, doğa yasası yorumu özelinde düzenlilik ve alışılmış zorunluluk kuramları ile karşılaştırarak bilimsel özcülüğün diğer kuramlara nazaran ne tür yenilikler sunduğunu tartışacağız.

Anahtar Kelimeler: Doğa yasaları, bilimsel özcülük, David Lewis, David Armstrong, Brian Ellis, istidat.

Öz

Bruno Latour bilim, teknoloji, felsefe ve politika arasındaki ilişkilerin, içinde bulunduğumuz çevre felaketleri çağında, kendisinin benimsediği deyimle Yeni İklim Rejimi’nde, yerkürenin insani eylemlere verdiği tepkiler üzerinden yeniden değerlendirilmesi gerektiğini düşünür. Klasik çevrecilikten oldukça farklı olan Latourcu politik ekoloji, özgün bir kavramlar dizisine sahiptir. Bu makale bu diziyi oluşturan en önemli yenilikleri ve sorgulamaları incelemektedir. İlk kısım Latour’un “politik ekoloji” kavramını ele alır, bunun daha önceki ekolojik yaklaşımlardan farklarını vurgular. Latour’un “Doğa” kavramına getirdiği sorgulamayı ve büyük harfle başlayan Bilim ile çoğul hâlde bilimler (veya bilimsel üretim) arasında gözettiği ayrımı irdeler. Latour son dönem ekolojik felsefesinde, James Lovelock’un “Gaia hipotezi”ni benimsemiş ve onu bir felsefi kavram olarak geliştirmiştir. Bu kavramın daha iyi anlaşılabilmesi için ikinci kısım bütünüyle Lovelock’un “Gaia hipotezi”ne ayrılmıştır. Son olarak üçüncü kısım ise önce Latour’un Gaia kavramı üzerinde durur, ardından insan ve insan-olmayan arasında faillik bakımından ayrım gözetmeyen ve Latour’un bilim sosyolojisine yoğunlaştığı dönemde “aktör-ağ-teorisi” olarak adlandırdığı “dağılımsal faillik” anlayışını ve bunun ekolojik içerimlerini tartışır. Latour’un kendi dağılımsal faillik anlayışını Gaia teorisine nasıl uyguladığını inceler.

Anahtar Kelimeler: Bruno Latour, James Lovelock, Gaia, politik ekoloji, dağılımsal faillik, Bilim ve bilimler ayrımı.

Öz

Yaygın olarak kabul gören pozitivist bilim tasarımına karşı alternatif bilim tasarımları geliştirmek ve bu tasarımları tartışmaya açmak, doğa ve insan bağlantısını görmezden gelen politikaların ve teknolojik gelişmelerin insanı dönüştürdüğü günümüzde çok daha önemli hâle gelmiştir. Canlılık ağındaki bağlantılara odaklanan farklı bilimsel yaklaşımlar, günümüzde karşı karşıya olunan çevresel ve toplumsal adaletsizliklere ve krizlere dair tartışmalar bakımından ufuk açıcıdır. Bu çalışmada, gerek toplumsal gerek çevresel açıdan krize yol açan mekanik bilim tasarımlarına karşı ekolojik ağ modellerini temele alan bilimsel yaklaşımlara yer verilecek ve bu konu özellikle Vandana Shiva, Val Plumwood, Isabelle Stengers ve Vinciane Despret gibi feminist bilim felsefecilerinin ve ekofeminist düşünürlerin eleştirileriyle tartışmaya açılacaktır. Bu düşünürlerin yaklaşımlarında ortak tema, bilimselliğe tinselliği dahil etme çabasıdır. Bu çaba, yüzyıllar içinde giderek pekişen düalist düşünme alışkanlığını aşarak, maddeyi ve tini, doğayı ve kültürü, bedeni ve aklı bağlantısallık içinde düşünmek açısından büyük önem taşımaktadır. Bu bakımdan, önce konuya ilişkin tarihsel arka-plana değinilecek, ardından Shiva’nın “spiritüel bilim” önerisinin, Plumwood’un “animist materyalizm”inin ve Stengers ile Despret’nin “metodolojik animizm”inin katkılarına odaklanılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Bilim, tinsellik, animizm, Vandana Shiva, Val Plumwood, Isabelle Stengers, Vinciane Despret.

Öz

Geliştirdiği paradigmalar kuramıyla Thomas Kuhn, bilimin sabit bir kökeni ya da mutlak bir amacı ve bu amaç doğrultusunda da birikerek ilerleyen bir gelişimi olmadığına işaret eden ilk figür gibi görünür. Bu durum, bilimi idealizmin içine sürüklediği aşkınlıktan kurtararak dünyevileştiren Kuhn’u da tıpkı Prometheus gibi geleneğin karşısındaki bir ateş hırsızı olarak değerlendirmemize izin verir. Bilim özelinde durum gerçekten böyle olsa da, düşüncenin gelişiminin yalnızca kendi içsel ilişkileri üzerinden değerlendirilebilecek olan modellerde gözlenebileceği fikri Kuhn’la birlikte ortaya çıkmış değildir. Bu çalışmada, Kuhn’un bilim alanında söz konusu ettiği model düşüncesine ateş taşıyan iki hırsızın daha olduğu belirgin hâle getirilecektir. İlk ve son neden gibi düşünceleri karşısına alarak, sahici bir metafiziğin yalnızca izlenimlerden ve bu izlenimler arasındaki ilişkilerden yola çıkarak oluşturulabileceğini ortaya koymuş olan David Hume’un, söz konusu model düşüncesinin gelişimine yön veren ilk ateş hırsızı olduğu söylenebilir. Bir diğer hırsız ise, 20. yüzyılın sessiz devrimcisi Ferdinand de Saussure’dür. Bir yandan göstergenin nedensizliğini vurgulayan Saussure, aynı zamanda dilin bir değerler dizgesi olduğunu ve göstergenin değişmezliğinin de yalnızca belli modeller için söz konusu olabileceğini ortaya koymuştur. Böylece bu sessiz devrimci, daha sonra Kuhn’la birlikte bilim alanında parıldayacak olan model düşüncesine ya da daha genel adıyla yapısalcı devrime ateşi taşıyan asıl figür olarak belirmiş olur.

Anahtar Kelimeler: Hume, Saussure, Kuhn, Prometheus, göstergebilim, ateş hırsızlığı, nedensellik, dizimsel ve çağrışımsal bağıntılar.

Öz

Bu yazı Martin Heidegger’in Varlık ve Zaman’da ortaya koyduğu mekânsallık düşüncesini eleştirel bir bakışla mütalaa etmektedir. Heidegger Varlık ve Zaman’da (§§ 22-24) gündelik tecrübenin yer algısına dayanan, boş ve homojen mekânı (uzayı) sistematik olarak dışlayan bir mekân tasavvuru ortaya koymuştur. Bu yaklaşım, esas itibariyle mekânı bir referansiyel sistem olarak dünya açısından düşünür. Buna göre, bilim ve matematiğin ve Descartes’tan Kant’a birçok felsefi teorinin kavramlaştırdığı ve sayıltıladığı mekân yapay bir inşadan ibarettir. Buna mukabil, Heideggerci anlamda mekân, yani yer olarak mekân, tüm boyutlarıyla insan varoluşunda, onun pratik karakterinde, “dünya-da-olma” fenomeninde temellenmektedir. Dasein’ın mekânsallığı onun asli varlık yapılarından birisidir. Ancak bu somut tecrübeye dayalı mekân düşüncesine rağmen Heidegger, ilginç bir şekilde, bedenin mekânı konstüte etme ve yaratmadaki rolünü ihmal etmiştir. Husserl ise insanın mekânsallığını kavramsallaştırırken münhasıran bedenin bu noktadaki kritik işlevine odaklanmıştır.

Anahtar kelimeler: mekânsallık, yer, uzay, referansiyel sistem, pratik, beden, dünya-da-olma.

Öz

Bilimin anlam ve amacı değiştikçe, buna bağlı olarak bilimsel süreçler ve yöntemler de değişmektedir. Bilim, özellikle Aristoteles’te varlığın ilk ilke ve nedenlerini bilme, varlığı temaşa (theoria) üzerinden ele alınırken, zamanla bu anlamın yerini daha çok pratiğe, tekniğe (tekhne) bıraktığı görülmektedir.Tekniğin öne çıkması ve böylelikle varlığa yönelik olan yakın bağlılığın çözülmesi, özellikle doğa bilimlerinde de doğanın tamamen el altında olan bir unsur olarak anlamlandırılıp insanın yararı için araçsallaştırılmasına sebep olmuştur. Martin Heidegger ve Jürgen Habermas gibi isimlerin de dikkat çektiği üzere, tekniğin bilime dönüşmesi ve bilimin artık endüstri, ekonomi ile yakın ilişkili olması söz konusudur. Bunların sonucu olarak da bilimin ideoloji olarak tekniğe dönüşmesi, çevre felaketleri, kâr amaçlı bilimsel etkinliklerin artması gibi sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu incelemede, bilimsel yaklaşımdaki bu değişim süreci ve bu sürecin doğurduğu sorunlar ele alınmaktadır. Bu sorunların kaynağının doğru bir şekilde anlaşılması, bilim ve felsefe arasındaki ilişkinin, bilimin doğayı nasıl görüp temellendirdiğinin ve doğaya hangi amaçlarla yaklaştığının doğru bir şekilde belirlenmesine bağlıdır.

Anahtar Kelimeler: Bilim felsefesi, theoria, teknik, praksis, bilim, felsefe

Öz

Bu çalışmada, Thomas Kuhn ve Rudolf Carnap’ın bilimsel devrim fikrine ilişkin görüşleri, onların ortaya koydukları argümanlar çerçevesinde ele alınacaktır. İlkin, Kuhn nezdinde bilimsel devrim, paradigma ve eşölçülemezlik kavramlarını gerektirir. Diğer taraftan, Carnap’ta ise bilimsel devrim, nesnelerin tanımlarını ve ilişkilerini belirleyen tüm bilimsel kuramların dilsel çerçevesine karşılık gelir. Bununla birlikte Carnap, bilimsel kuramların birbirleriyle eş-ölçülemez olduğunu düşündüğünden, kuramlar arasındaki seçim sürecini mantıksal olarak görmekten ziyade salt pragmatik koşullara dayandırır. Bu çalışma içerisinde, genel ve öz bir çerçeve kapsamında sırasıyla şu soruların cevapları verilmeye çalışılacaktır: (1) Kuhn ve Carnap, bilimsel devrim kavramını aynı anlama referansta bulunur biçimde mi kullanmaktadır? (2) Yoksa felsefelerinde ön plana çıkan bu kavram her ikisi için de oldukça farklı anlamlara mı sahiptir? (3) Eğer söz konusu bilimsel devrim kavramı her ikisi için de farklı anlamlara geliyorsa, gerek Kuhn gerekse Carnap’ın düşünceleri birbirleriyle nasıl kesiştirilebilir? Bu makalede esas amaç, Kuhn ve Carnap’ın kavramsallaştırmalarının farklı isimlendirmelere tabi olmalarına rağmen birbirleriyle örtüştürülebilir olup olmadıklarını tartışmaya açarak detaylandırmaktır.

Anahtar Kelimeler: Bilimsel devrim, paradigma, eş-ölçülemezlik, dilsel-çerçeve, çevrilemezlik, postüla, karşılıklılık kuralları, holizm.

Öz

Bilim yaşamımızı biçimlendiren en önemli insan etkinliklerinden birisi, belki de en önemlisidir. Ancak bilimlerin ve onun çeşitli uygulamalarının insan yaşamına olumlu katkılarının yanında insan ve çevre sağlığı üzerinde pek çok olumsuz etkilerinin de olduğu tartışılmaktadır. Bilim ve uygulamalarının insan sağlığı ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin her geçen gün daha çok görünür hâle gelmesi, bilim-değer ilişkisini yeniden önemli bir tartışma başlığı hâline getirmiştir. İhtiyat ilkesi bilim-değer ilişkisi üzerine yapılan tartışmaların odağında yer alan kavramlardan biridir. Biz çalışmamızda önce bilim-değer ilişkisini, bilimin değerden bağımsız bir etkinlik olup olmadığını bilim tarihi ve felsefesi perspektifinden ele alıyor ve bilimlerin hem epistemik hem de epistemik olmayan değerler içerdiğini savunuyoruz. Daha sonra ihtiyat ilkesini ele alıyor ve onun bilimsel araştırmaların yöntembilimsel bir bileşeni hâline getirilmesinin olası nedenleri ve sonuçları üzerinde duruyoruz. Son olarak, bilim-değer ilişkisinin, ihtiyat ilkesi örneğinde olduğu gibi etik temelli kurulması durumunda bilim ve uygulamalarının insan sağlığı ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin azaltılabileceğini ve bilimin insan mutluluğuna daha çok katkı sağlayabileceğini tartışıyoruz.

Anahtar Kelimeler: değer yüklü bilim, epistemik değer, epistemik olmayan değer, ihtiyat ilkesi, ihtiyatlı bilim, mutluluk/iyi yaşam.

Öz

Bilim felsefesine yönelik araştırmalara göz atıldığında başlıca tartışma alanlarından birinin sınırlandırma ayracı olduğu belirginlik kazanır. Viyana Çevresi olarak bilinen mantıksal pozitivistlerin bilim ile sözde bilim/sahte bilimi ayırma noktasında öngördükleri doğrulanabilirlik ilkesi, bir ayraç/ölçüt olarak anlam sorununun giderilmesi bağlamında epistemolojik savların temelinde yer almıştır. Viyana Çevresi düşünürleri, felsefeyi bilimselleştirmek diğer bir ifadeyle metafizikle bağlantılı içerikleri felsefeden arındırmak amacıyla mantık ve dil merkezli çalışmalara ağırlık vermişlerdir. Yeni bir bilimsel yöntem oluşturulması, gerçekliğe ilişkin tatmin edici bir açıklamanın yapılması adına öncelikli olmuştur. Ancak bu yaklaşım tarzı, Karl R. Popper tarafından eleştiriye tabi tutulmuş ve doğrulamacı tümevarımcı bilimin reddi gerçekleşmiştir. Bu doğrultuda Popper, klasik görüşlerin yerine yanlışlanabilirlik ilkesini, eleştirel akılcılığı, kendi nesnellik ve gerçeklik anlayışını koymuştur. Bu makale, yanlışlanabilirlik ve eleştirel akılcılık gibi kavramlaştırmalar ekseninde Popper’ın epistemolojisini incelemeyi amaçlamaktadır. Bunlarla bağlantısında düşünürün bilgide nesnellik ve gerçeklik hakkındaki fikirleri ele alınacaktır. Gerçeklik problemi söz konusu edildiğinde ise Popper’ın birbirinden farklı içeriklere sahip fakat birbiriyle etkileşimde olan 3 Dünya kuramı karşımıza çıkar. 3 Dünya kuramının ana hatlarıyla değerlendirilmesi, makalenin odağında bulunmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Karl R. Popper, yanlışlanabilirlik, eleştirel akılcılık, nesnellik, gerçeklik, 3 Dünya kuramı.